Konunun ehemmiyeti bakımından en sonda söylenmesi gerekeni baştan söylememiz gerekir. Atatürk ve arkadaşları 29 Ekim 1923’te her anlamda bir devrim yapmışlardır. Bu bir büyük zihniyet devrimidir. Kendi Ortaçağımızı aşma ve yıkma iradesidir.
100. yılı kutlu olsun.
“Varlığım Türk varlığına armağan olsun” diyerek bayrağı yükseltenlere sonsuz selam ve rahmet olsun, ruhları şad olsun.
GAZİ NE DEDİ
Bugüne geldiği gibi yarına da onların sesinin yankısı kalacaktır.
Gazi Paşa 1 Kasım 1922 Saltanatın kaldırılması müzakerelerinde söylediği söze göz atalım:
“Egemenlik ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye; görüşme ile, münakaşa ile verilmez. Egemenlik, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milleti’nin egemenlik ve saltanatına el koymuşlardı; bu musallat olmalarını altı asırdan beri devam ettirmişlerdi. Şimdi de, Türk Milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, egemenlik ve saltanatını, isyan ederek kendi eline açıkça almış bulunuyor. Bu bir olup bittidir. Söz konusu olan; millete saltanatını, egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız? Meselesi değildir. Mesele zaten olupbitti haline gelmiş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, mutlaka olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek gerektiği şekilde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.”
Öncü devrimci atılımlar böyledir. 29 Ekim 1923’te serbest halk oylamasıyla rejim tercihi sorulsaydı mutlaka monarşi ve saltanat çıkardı. Tabi ki buna izin verilemezdi. İnsanlığı yükselten ve yücelten ileri sıçrayışlar Rönesans, Reform, burjuva demokratik devrimi, krallıkların yıkılması hep böyledir.
O TARİHTE DÜNYADA NELER OLUYORDU
“Fransa’da demokrasi var gibi görünüyordu. Ama savaş çıkar çıkmaz Komünist Partisi’ni ve yayınlarını yasakladı, milletvekillerinin milletvekilliklerini iptal etti. Savaşta yenilince kurulan Vichy hükumeti Nazi anlayışına çok yakın bir anlayışın temsilcisi oldu. Yahudi düşmanlığı konusunda çok yakın bir anlayışın temsilcisi oldu. Yahudi düşmanlığı konusunda Almanlarla işbirliği yaptı. Sovyetler Birliği’nde 1924’te kanlı Stalin dönemi başlamıştı. Almanya’da Hitler, İtalya’da Mussolini, 1936’da İspanya’da Franco faşizmi vardı. Polonya’da askeri darbeyle iktidara gelen Mareşal Pilsudaski diktatör oldu. Macaristan’ı diktatörleşen Amiral Horthy yönetiyordu. Romanya’da Kral Carol Yugoslavya’da Kral Aleksandr diktatör oldu. Bulgaristan 1936’da Çar Boris diktatör oldu. Yunanistan birçok darbe yaşadı. Son olarak 1936’da darbe yapan General Metaksas diktatör oldu. Avusturya 1933’te diktatörlük oldu, 1936’da Almanya’yla birleşti. Portekiz’de 1928’den beri Salazar’ın diktatörlüğü vardı. Demokrasi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra canlanıp yayılmıştır.”)
CUMHURİYET’İN AĞIRLIĞI
Gelinen süreçte alınan mesafeyi küçümseyemeyiz lakin içinde bulunduğumuz siyasal, sosyal koşulların ve anlayışların bu muazzam perspektifle ne kadar örtüştüğünün bir muhasebesini yapmanın tam sırasıdır. Türkiye Cumhuriyeti 100. Yılında üniversiteleri, partileri, sendikaları, sivil toplum kuruluşları ve belediyeleriyle bu muazzam mirasa uygun anıtsal nitelikli ciddi hiçbir eser ve etkinlik üretememiş bu ağırlığa uygun bir kutlama programı ortaya koyamamışlardır. Bu yönüyle Cumhuriyet mirasının ağırlığını taşıyamadılar.
Halk da taşıyamadı.
Birbirini suçlamanın alemi yok. İktidarı eleştiren muhalefet yerelin iktidarı muhalefet kendi imkanlarıyla hangi ciddi uluslararası kutlama etkinliğine, imza attı. Şiir okuyup, türkü söyleyip dağıldınız. Küçük harçlıklar alındı, verildi.
Askeri, diplomatik, stratejik ve siyasi ufuk olarak Türk tarihinin en zayıf dönemini yaşıyor. Türkiye bütün sorunlarını kuşatan bir ana strateji ve feylesofi, çözüm perspektifi üretemiyor. Solcuları, siyasal İslamcıları, Milliyetçileri trajikomik bir savrulma içinde hepsi Neoliberal amentüye iman etmişler.
Bu düşünce ekollerine mensup az sayıdaki nitelikli aydını ve düşünce insanını, akademisyeni dikkate alan yok.
Bu girdaptan çözüm yine 100 yıl önceki gibi kamucu ,halkçı planlı ekonomiye dayanan, sırtını kendi coğrafyasının ve kültürünün dinamiklerine dayayarak Batıya, Doğuya ,Kuzeye Güneye yönelmesidir.
Cumhuriyet ve demokrasi, hukuk devleti, milli egemenlik laiklik esası üzerinde yükselir.
Teokrasiden ve ilahi hukuktan milli egemenlik çıkmaz.
100. yılda bütün tarlaları ekilmiş sırtı pek ve karnı tok, açlık sorunuyla boğuşmayan Türkiye özlemimizi yineliyoruz. Türkiye coğrafyasında bunu başarmak! Ayıptır.
Güveç ve dürümle aklı dönen cari siyasetle bu girdaptan çıkamayız.
Üçüncü yol demeden dürümünü sardılar, dördüncü ve beşinci yol da rezerve!
Partileriniz 100. yılda sizi kandırıyor, Atatürk gibi yapmıyorlar.
GSMH bu yıl 1 trilyon 200 milyon doları aşacak. Kaynak yok diyenlere hadi oradan diyelim.
Bunun %10’luk kısmını planlı şekilde 10 yıl üretime yönlendirirsek aç ve açık, işsiz kalmaz, Türkiye uçar.
İŞTE SİHİRLİ ÇÖZÜM
Nasıl olacağı? Nasıl planlanacağı bizde, demeyle olmaz.
Bunun dışında başka hiçbir çözümünüz yoktur.
Bu çözümü halkın istediğine emin değilim.
Sıkıntı burada.
Dürüst olmalıyız. Herkes açlığı yenecek bir fenni mutfak kurmak yerine bir dürüm sarıp kaçmak derdinde. Milliyetçisi, Siyasal İslamcısı, Solcusu hepsi sarma derdinde.
Atatürk ve kuşağı Bilge Kağan’ın açları doyurup çıplakları donatmak ufkundaydı. Bugün halkımız talan derdinde. Herkes sırasını ve avlağını bekliyor. Herkes kendine yetecek kadar çalsa sorun kalmayacak! Artı değeri imha ediyoruz. Artı değer üretime dönmeli. GSMH’dan hangi sosyal sınıfın ne kadar pay alıp ne kadar vergi ödediğini solcu/sağcı/ İslamcı sendikalar dile neden getirmezler? Orada her şey apaçık aslında. Grafik iktisatçılarından bunu duyamazsınız. Baki Demirel’e, Menekşe Yılmaz, Teoman Alparslan’a. Mete Gündoğan’a bakarsanız çözüm var.
(İsmini sayamadıklarımdan özür dilerim. Hepsi çok değerli.)
Atatürk, 1923-1938 arasındaki 15 yıllık süre içinde:
1. Lozan Anlaşması ile gümrükleri değiştirme irademizin 1929’a kadar sınırlandırılmasına ve gümrük vergi gelirlerinden bu süre içinde yararlanmamızın önlenmiş olmasına,
2. İzmir İktisat Kongresi’nde alınan karar gereğince vergi gelirlerinin %15,4’ünü oluşturan Aşar [tarım ürünleri] Vergisi’ni 17 Şubat 1925’de kaldırmasına ve 1925 yılı bütçesinin bu nedenle 31,1 milyon TL açık vermesine,
3. 1929 Dünya Ekonomik buhranına (ki Corona ve petrol krizinin neden olduğu ekonomik krizden çok daha kötüydü),
4. Yetişmiş nitelikli insan gücünün her ilde ve ilçede bir elin parmakları kadar olmasına ve
5. Mübadil olarak 450 bin kadar Müslüman nüfusun “mübadele” nedeniyle Anadolu’ya yerleştirme sorunlarına,
6. Ve Osmanlı’dan devralınmış hiç bir sanayi tesisi olmamasına rağmen,
OSMANLI BORÇLARI
Dünya tarihinde “görülmedik” bir şekilde 1854’den 1914’e kadar birikmiş olan toplam 107.528.463. Osmanlı Altın Lirası [1923’de 711 bin 321 kg. altın ve 472 miyon 651. bin 202 ABD doları tutarında] Osmanlı dış borçlarını ve bu borçlar için 5 milyon 219 bin 692 altın lira faiz ödenmesi Lozan Anlaşması gereğince 1928’de yapılan mutabakat ile üstlenmiştir.
SARAÇOĞLU’NU GÖNDERDİ
1928 “Osmanlı dış borçları” mutabakatı gereğince, 1929-1930 ekonomik bunalımına rağmen bir milyon 296 bin 408 altın lira Osmanlı borçları ödenmiştir. Ancak ekonomik bunalım ve değişen Dünya dengelerini dikkate alan Atatürk, Şükrü Saraçoğlu ile yaptığı değerlendirme sonunda özetle “Lozan Anlaşması’yla dış ticarette Osmanlı’dan kalma Kapitülasyon haklarının 1928’e kadar devam etmesi nedeniyle her yıl ortalama olarak 25 milyon TL olmak üzere en az 100 milyon TL sadece gümrük vergi gelir kaybı olduğunu; Türkiye’nin artık ayakları üzerinde durur hale geldiğini ve bu şartlarda borçlarda indirim yapılmasını; aksi halde alacaklılara ödeme yapılmayacağı” kararını almış ve Şükrü Saraçoğlu’nu Paris’e alacaklılarla görüşmek üzere Aralık 1932’de danışman heyetiyle birlikte göndermiştir.
DIŞ BORÇLARDA İNDİRİM
“Osmanlı Dış Borçlarında” indirim yaptırılması, uzun pazarlıklar sonunda Nisan 1933’de kabul ettirilmiş ve 1928’de mutabakat sağlanan miktardan %90,8 oranında indirim yaptırarak 107 milyon 528 bin 463 Altın lira olan Osmanlı Dış Borçlarının, 9 milyon 874 bin 751 Altın liraya indirilmesi kabul ettirilmiştir.
Ayrıca, “altın lira” yerine borçların Nisan 1933’deki karşılığı olan 962 milyon 636 bin Fransız Frangı üzerinden %7,5 faizle ödenmesi de “alacaklılara” kabul ettirilmiştir. Bu indirimi kapsayan, ödeme planı 28 Mayıs 1933 gün ve 2234 sayılı Kanun ile TBMM’de onaylanmış ve yürürlüğe girmiştir.
Böylece, 1932’de 49,7 milyon (bütçenin %29,4’ü), 1933’de 46,2 milyon (bütçenin %27,1’i), 1934’de 44,8 milyon (bütçenin %24,3’ü), 1935’de 46,4 milyon (bütçenin %24,3’ü), 1936’da 45,7 milyon (bütçenin %21,4’ü), 1937’de 49,1 milyon (bütçenin %21,3’ü) ve 1938’de 50,7 milyon (bütçenin %20,3’ü) olmak üzere Atatürk döneminde 332 milyon 600 bin TL Osmanlı Dış borcu, 1930 öncesinde ödenen “bir milyon 296 bin 408 altın lira”ya ilaveten ödenmiştir. Bu ödenen borçların “günümüz eşdeğer alım gücü” ise bir trilyon 977 milyar dolar” seviyesindedir.
Atatürk döneminde ayrıca, 10 milyon 527 bin 217 lira tutarındaki Osmanlı İç Borçları da ödenmiştir. Ödenen Osmanlı iç borçlarının 2023 eşdeğer alım gücü 81 milyar dolardır.
[İç boçlar lira, dış borçlar ise altın liradır.]
Atatürk döneminde ödenmiş olan “Osmanlı Dış Borç” ödemesi olmasaydı, Türkiye 10 Kasım 1938’de “teknoloji, ulaşım ve sanayileşme açısından” zamanın Sovyetleriyle aynı seviyede olacaktı.
Osmanlı dış borçlarından %93 oranında indirim yaptırılması hakkında, Eskişehir Milletvekili Emin Sazak, “Usanmaz bir uğraşma sonucu Türk’ün yeni Türk olduğunu, Gazi ve Cumhuriyet Türk’ü olduğunu, hesaplama işlerinde aldanmaz bir varlık olduğunu ispatlayan Saraçoğlu Şükrü Bey’e açıkça teşekkürü görev saydım” şeklinde tarihe not düşmüştür.
ATATÜRK’ÜN ÖLÜMÜNDEN SONRA DEVAM ETTİ
Atatürk’ün 10 Kasım 1938’de vefatından sonra kalan Osmanlı Dış Borçları ise, İsmet İnönü zamanında ödenmeye başlanmış ve 1944 yılında Başbakan Şükrü Saraçoğlu’nun teklifi ile 1954’e kadar olan taksitler defaten ödenerek kapatılmıştır. İnönü döneminde ödenmiş olan Osmanlı dış borçların günümüz eşdeğer alım gücü ise 273 milyar dolar ve bu ödeme II.Dünya Savaşı koşullarında yapılmıştır. Bu ödeme olmasaydı, insanımız II.Dünya savaşı koşullarında “ekmek karnesine muhtaç” olmayacağı gibi ,memurumuz daha fazla maaş, köylümüz de ürünü için daha fazla gelir elde edecekti. Maalesef, bu gerçekler saklanarak doğrudan çok insafsızca değerlendirme yapılmaktadır.
Özelleştirme gelirlerinin toplam tutarının 2003-2019 arasında 63,5 milyar dolar olduğu dikkate alındığında, gerek Atatürk ve gerekse İnönü dönemlerinde ödenmiş olan Osmanlı borçlarının büyüklüğü ve Osmanlı için yapılan bu fedakarlık daha iyi anlaşılacaktır.
Osmanlı Devleti’nin Almanya ve Avusturya-Macaristan’a olan “dış borçları” ise, Lozan’da savaş dönemi borçları “hak ettiğimiz savaş tazminatları”ndan mahsup edilmiştir:
I.Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti savaşın finansmanı için Almanya’dan 180,5, diğer müttefik Avusturya’dan da 2,2 milyon altın lira olmak üzere toplam 182,7 milyon altın lira borç almıştır.
Almanya’nın bu alacağı İtilaf Devletlerine Versay anlaşmasıyla geçmiş; Lozan görüşmeleri sırasında,
a. İtilaf Devletlerinin Kasım 1918’den itibaren yaptığı işgaller ve beş yıllık (1918-1923) İstanbul işgali nedeniyle uğrattığı zararlar ve el koyup yurt dışına çıkardığı varlıklar ve insanlarımıza vermiş olduğu zararlar,
b. Bedeli ödendiği halde İngilizlerce teslim edilmeyerek el konulan iki savaş gemisi (Sultan Osman ve Reşadiye) ve
c.Yunanlıların Milli Mücadele sırasındaki zararlarına mahsup edilmiştir ve karşılıklı olarak ibralaşılmıştır.
Kısacası, Atatürk liderliğindeki Türkiye, “vatandaşının bir an evvel savaş sıkıntılarını atlatabilmesi amacıyla” 7-8 Ağustos 1921’de Tekalifi Milliye gereğince Sakarya Savaşı öncesinde halktan topladığı 6 milyon 3 bin 663 lira (ki 2023 eşdeğer alımgücü 69 milyar dolardır) olan borçların % 72.3’ünü (4 milyon 340 bin 508 lira) 1923’te, geri kalan %27.7’lik kısmı ise her yıl yapılan ödemelerle 1929’da kapatılmıştır.
MUCİZEVİ İŞLER
Atatürk döneminde ödenmiş olan Osmanlı İç ve Dış borçları ve Tekalifi Milliye borç ödemelerine ilaveten, ayrıca Osmanlı zamanında yabancılara imtiyazları verilen demiryollarının Türkiye içinde kalan 3 bin 790 km.lik kısmı devletleştirilmiş; 3 bin 300 km. demiryolu da yaptırılarak toplam demiryolu uzunluğunu 7 bin 90 km.’ye çıkarılmıştır.
Ayrıca, 1881’den bu yana “kolcu” paralı kolluk kuvvetleriyle insanımıza her türlü zorbalığı yapan Reji (Tütün Tekel) Şirketi, 1 Mart 1925 tarihinde kabul edilen 558 sayılı Kanunla devletleştirilmiş; imtiyaz ve malları Fransızlardan 40 milyon Frank’a satın alınmıştır.
İNGİLİZ TEHDİDİ
Bu mucizevi işler, Lord Curzon’un Lozan’da İnönü’ye “Para kimsede yok. Ancak biz verebiliriz. Memnun olmazsak kimden alacaksınız? Harap bir memleketi nasıl kurtaracaksınız? İhtiyaç sebebiyle yarın para istemek için karşımıza gelip diz çöktüğünüz zaman, bugün reddettiklerinizi cebimizden birer birer çıkartıp size göstereceğiz” şeklindeki İngiliz ekonomik tehdidine rağmen başarılmıştır.
SANAYİ HAMLELERİ
“Osmanlı tarihinde bütün çabalar ve bütün çalışmalar milletin arzusu, emelleri ve gerçek ihtiyaçları göz önünde bulundurularak değil, şunun bunun kişisel hırslarını, emellerini yerine getirme yönünde yapılmışken”, Atatürk, Türk Milleti’nin temel ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik sanayi tesislerinin kurulma hamlesini de başlatmıştır.
Bu sanayi hamlesinin “stratejik hedefi”, 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde “tam bağımsızlık, milli ve ekonomik egemenlikle pekiştirilmelidir” şeklinde belirlenmiş ve uygulanmıştır.
KISA ZAMANDA BÜYÜK İŞLER
Kısa zamanda ödenen devasa Osmanlı borçlarına rağmen Sümerbank, Etibank, Şeker ve Kağıt Fabrikaları, MKE fabrikaları, Şişe-Cam ve Karabük Demir Çelik gibi temel sanayi tesisler de Sovyet Rusya’dan alınan kredi ve teknik destekle faaliyete geçirilmiştir. Kayseri Uçak Fabrikası ise Almanlarla ortak gerçekleştirilmiştir.
YOKSUL HALKIN ÖDEDİĞİ OSMANLI VERGİLERİ
Şu anda 1850’den sonra yapılmış ne kadar Osmanlı’dan kalan Saray, Okul, Cami, Kışla v.b. yapı varsa, bunların yapımından kaynaklanan dış borçları “Genç Cumhuriyet”, Atatürk ve İnönü döneminde yoksul halkının “nafakasından, ekmeğinden” keserek ödemiştir. Kar izleri örtmesin.
Prof. Dr. Kemal Üçüncü
Odatv.com